Mutlak iyi bir Tanrı’nın varlığına rağmen yeryüzünde hâlâ kötülüğün bulunması olarak tanımlanabilecek kötülük problemi henüz genç yaştan itibaren Leibniz’in ilgisini cezbetmiştir. Nitekim 17. yüzyıl sonlarında Leibniz’in ortaya koyduğu monadlar öğretisi Kartezyenizmin sıkı bir eleştirisi olmakla kalmamış, o dönem Katoliklik ve Protestanlık mezhepleri arasındaki pek çok tartışma konusundan birisi olan kötülük ve günahın mahiyeti alanına da uzanan neticeleri olmuştur. Tarihi gidişat Leibniz felsefesinin aleyhine gelişmiş ve Leibniz’e yöneltilen eleştiriler onun monadlar öğretisi üzerine değil, o öğretinin bir uzantısı olan ‘mümkünlerin en iyisi’ kavramı üstünde yoğunlaşmıştır. Aldığı eğitim gereği Leibniz felsefesini yakından tanıyan Immanuel Kant da aslında henüz kariyerinin erken döneminde kötülük ve Tanrı’nın inayeti hakkında makaleler yazmak durumunda kalmıştır. Kant’ın Leibnizci düşünceye bakışı, ona getirdiği eleştiriler ve kendisini Leibnizci teodiseden sıyırarak, kötülük problemine kendi felsefesi içerisinde tutarlı bir cevap verme girişimi, Leibniz’in felsefesine daha eleştirel bakabilmemizi sağlar. Bu çalışma, problemin kısa bir tarihçesini sunduktan sonra Leibniz ve Kant teodiselerinin birbirleriyle hem temeldeki hem de sonuçtaki ilişki ve farklılıklarını ortaya
koymayı amaçlamaktadır.